reklam
reklam
DOLAR35,2254% -0.01
EURO36,7657% -0.08
STERLIN44,2776% -0.14
FRANG39,4510% -0.04
ALTIN2.968,86% 0,02
BITCOIN95.131,99-2.172
</div

Cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konularında Türkiye, 150 ülke arasında 130’uncu sırada

Yayınlanma Tarihi : Google News
Cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konularında Türkiye, 150 ülke arasında 130’uncu sırada
reklam

İYİ Parti TBMM Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan, açıklamalarda bulundu.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2008-2020 yılları arasında 3 bin 621 kadın, erkek cinayetinde yaşamını yitirdi. Platformun 2020 yılı raporuna göre de geçtiğimiz yıl 300 kadın öldürüldü, 171 kadının ölümü ise kayıtlara “şüpheli” olarak geçti. Adalet Bakanlığı verilerine göre ise yalnızca 2019’da kadınların 41 bin 383 koruma başvurusu reddedildi. Bunların arasında daha sonra hayatına son verilen kadınlar da var. 2020 cinsiyet eşitliği raporuna göre de cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konularında iç açıcı bir tablo sunamayan Türkiye,150 ülke arasında 130’uncu sırada. 2021 yılındayız ve kadınlarımız hâlâ şiddete uğruyor, hala öldürülüyor.

Samsun’da bir kadın, sokak ortasında 3 yıl önce boşandığı eski eşi tarafından 5 yaşındaki kızının gözleri önünde öldüresiye dövüldü. Ankara’da daha önce de eşine şiddet uyguladığı ve bu nedenle hakkında uzaklaştırma kararı olan, 38 yaşındaki Zeynel Korkmaz, tartıştığı eşi Reyhan Korkmaz‘ı 4 çocuğunun gözü önünde boğazını keserek öldürdü. İstanbul Başakşehir’de 1 çocuk annesi 46 yaşındaki Nebahat Kurt, evinin önünde kocası emekli Emrullah Kurt tarafından başına silahla ateş edilerek öldürüldü. Kayseri’de Şükrü Efe, tartıştığı eski karısı ve 3 çocuğunun annesi Nuran Koçer‘i belinden çıkardığı tabancayla vurarak öldürdü. 92 yaşındaki Hanım Pınarlı, 23 yaşındaki komşusu tarafından cinsel saldırıya uğradı ve boğularak öldürüldü.

Dün ‘‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü”ydü ve bu saydığım olaylar geçen haftanın kadın cinayetlerinden sadece bazıları.  Kadının toplumda etkin rol almasını, çalışıp hayata katılmasını kabullenemeyen, onu kendi malı gibi gören zihniyet kadına şiddet uygulamaya, kadın cinayetleri işlemeye devam ediyor. Adına kıskançlık diyerek kadınlarımız öldüresiye dövülüyor, hayatlarına son veriliyor. Neyin kıskançlığı? Bunların hiçbiri bir cana kıymak için gerekçe olamaz, olmamalı. Bu ve bunun gibi birçok sebeple gün geçtikçe artan kadın cinayetleri aslında bireysel nedenlerden ziyade bozulan toplum yapısının göstergesidir adeta.

Kadın cinayetlerini durdurmak için “Kadın annedir, kutsaldır, çiçektir” demek yetmiyor; bu bozuk yapıyı düzeltmek, kadın düşmanlığını ortadan kaldırmak ve kadının toplumdaki yerini yeniden belirlememiz gerekiyor. Eğitilmeyen, çalışmayan, kendi kendine yetemeyen kadın; erkeklere muhtaç yaşamaya, bir eşya, bir köle muamelesi görmeye devam edecek. Böyle bir ortam da yaşam süren annelerin yetiştirdiği nesillerde, annelerin yaralı yaşamlarından etkilenecek. Bu travmayı durdurmanın tek yolu eğitim. Erkek zulmüne mahkum kalmamaları için kız çocuklarımızın eğitimi ülkece en önemli önceliğimiz olmalı. Her zaman söylediğimiz gibi, bu canavar ruhlu insan müsveddelerinin hak ettikleri cezayı almaları ve kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi hakkıyla uygulanmalıdır.

TEK ADAM SİSTEMİ SADECE SORUN ÜRETİYOR

Getirdikleri bu ucube sistem Türkiye’de son 2,5 yıldır sadece sorun üretiyor. Ekonominin durumu ortada. Ucube sisteme geçtiğimiz yıl olan 2018’deki kişi başı 9 bin 600 dolar olan milli gelir bugün 8 bin 500 dolara düştü. 2002 yılında Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Rusya ve Polonya gibi ülkelerde ortalama kişi başına yıllık gelir Türkiye’nin altında ya da yakın seviyelerdeydi. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’deki milli gelir dolar bazında bu ülkelerden daha düşük seviyede. Saray ve avaneleri bu durumu salgına bağlıyor. Salgın yüzünden böyle oldu deniyor. Hatta tüm dünya küçülürken, biz büyüdük diyorlar. Düşünün hem fakirleşiyorsunuz hem borcunuz artıyor hem hayat daha da pahalılaşıyor ama nasıl olduysa büyüyorsunuz. Kimseyi kandırmasınlar. Pandemiden önce de durum hiç iyi değildi. Bu tabloya bakarak nereden nereye düştüğümüzü görebilirsiniz. Dünya Bankası verileri tüm gerçeği ortaya koyuyor. 2002’de bizden daha fakir olan Bulgaristan ve Romanya’da bugün Türkiye’nin çok üstünde.

Rakamlar ortada. Milletimizin hali ortada. Tencereler kaynamıyor, yoksulluk intiharları artıyor.

Bu yıl marketlerdeki gıda enflasyonu en az yüzde 25’in üzerinde. İnsanlar geçinemiyor, çaresizlik içerisinde. Raflardaki bebek mamalarının, yağ şişelerinin üzerine artık alarm takılıyor. 1 liralık ekmek için, sebze için metrelerce kuyruklar uzayıp gidiyor. Salgında maske dağıtmayı bile beceremeyen bir Saray düzeni inşa ettiler.

Cumhurbaşkanlığı etiketli kolilerle ABD’ye maske yardımı şovu yapan Ak Parti iktidarı; Türkiye’yi, salgından etkilenen vatandaşlarına en az yardım yapan ülkeler arasına soktu. Dostlar alışverişte görsün diye kullanmayacakları S-400 hava sistemine 2,5 milyar doları gözlerini kırpmadan ödediler. Ama ekonomiyi o kadar kötü yönettiler ki zor durumdaki salgın döneminde vatandaşına, küçük işletmelere hayali yardımlardan ve vaatlerden başka bir şey veremediler. Getirdikleri bu ucube sistemde veremezler de.

Zor günler geçiren müzik sektöründen de art arda acı haberler gelmeye devam ediyor. Osmaniye’de yaşayan 39 yaşındaki piyanist Yusuf Karayiğit, geçim sıkıntısı nedeniyle yaşamına son verdi. Daha önce de birçok müzisyen aynı sıkıntı nedeniyle yaşamına son vermişti. Kültür ve Turizm Bakanı müzisyenler için üç ay boyunca aylık sadece bin lira yardımı reva gördü. Bu insanlar bununla nasıl geçinsinler? Bu insanlar yok hükmünde görülmeye ne kadar devam edecek?

Kasa bomboş. Vatandaşa ve esnafa yardım edemiyorlar. Esnaf kendi başının çaresine baksın diye normalleşme denen anormal bir süreci başlattılar. Kaldı ki 1 haftada haritada sarı olan illerin nasıl kırmızıya dönmeye başladığını hep beraber izliyoruz. En basiti salgının ikinci dalgası devam ederken ve mutant virüs hızla yayılırken bu gerçeği kimse Sayın Erdoğan’a iletmedi mi? Ekonomi yönetimleri o kadar kötü, Türkiye’nin kaynaklarını öyle hoyrat kullandılar ki bedelini halkımız artık sağlığıyla ödüyor.

REFORM BU UCUBE SİSTEMİN DOĞASINA AYKIRI

Havalimanlarına verilen kira iptali gibi vatandaşın kira ödememe şansı yok, faturalarını ödememe şansı yok. Yandaşlara verilen vergi indirimi ve iptalleri gibi esnafın stopajı ve dükkanı kapalıyken gelen vergilerini ödememe şansı maalesef yok. Bu ucube düzeni Türkiye artık daha fazla kaldırmıyor, kaldıramaz. Bu ucube sistem sadece ekonomiyi değil, hukuktan, demokrasiye tüm alanlarda çöküş yarattı. Sanki 19 yıldır ülkeyi başkası yönetiyormuş gibi şimdi de Yargıda İdari Reform Paketi hazırlamışlar. O da ne için? ABD Başkanı Biden yönetimine göz kırpmak ve Avrupa Birliği’ne olumlu sinyaller vermek için. Ama onlarda bizim bildiğimiz bir gerçeği biliyor. Bu tek adam sisteminde ne demokrasi ne hukuk ne de adalet mümkün. Bir kere kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran yargı da dahil tüm gücü elinde bulunduran bu sistemde reform falan yapamazsınız.

Reform bu ucube sistemin doğasına aykırı. Getirdiğiniz bu Orta Çağ düzeniyle ileriye değil sadece geriye gidersiniz. Bu ucube sistemin milletimize daha fazla bedel ödetmesine asla izin vermeyeceğiz. Türkiye bu ucube düzeni artık taşımak istemiyor. Çözüm üretmek için getirdikleri bu sistem sorun üretmekten başka bir şeye yaramıyor. O yüzden sorunun ana kaynağını ortadan kaldırmamız gerekli.

Türkiye’nin tekrar nefes alabilmesi için artık bir erken seçim bu yüzden kaçınılmaz hale geldi.  2021 yılı için bildiğim bir şeyi söyleyeyim. 2021 yılı bir erken seçim yılı olacak. Çünkü Türkiye’nin önünde başka bir yol kalmadı.

BİDEN’DAN BEKLENEN TELEFON

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın dün Bloomberg’e verdiği röportaja bakın. Okuyalım: “… Biden’ın birçok iç politika konularıyla meşgul olduğunu iyi biliyorum. Biz meslektaşlarımızla temaslarımızı kurduk ve iyi bir başlangıç yaptık, muhakkak iki başkan da görüşeceklerdir… ABD ile ilişkimiz, birbirimizi karşılıklı olarak güçlendirebileceğimiz ve ortak sorunları veya endişeleri birlikte ele alabileceğimiz çok yapıcı bir şekilde işleyebilir.” 5 gün önce de ABD dış politikasına yön veren Foreign Policy’de şu analiz yayımlandı: “Eğer Ankara eylemlerini hızlıca değiştirmezse, bu soğukluk devam edecek ve ABD’nin Türkiye’ye tavrı daha da sertleşecek. ABD Başkanı’nın sessiz mesajı bunu gösteriyor.” Eskiden saraydakiler “Acaba Amerikan başkanı bizi ne zaman Washington’a çağırır?” diye düşünürdü. Şimdi bir telefona fit olmuş durumdalar. Saray’ın bir telefonunu dört gözle beklediği Joe Biden var ya. Önce o Biden’a bakalım. Biden’in telefon etmesini sağlamak için gerekli alt yapı hazırlandı.

MACRON’LA GÖRÜŞME: AKP genel başkanı “kifayetsiz muhteris” dediği Macron’la “dostane” bir görüşme yaptı.

AB’YE GÜL DEMETİ: Türkiye’nin AB’den de NATO’dan da kopmasının mümkün olmadığı arada sarsılmaz bağlar olduğu söylendi saraydan.

LİBYA’DA SAKİNLEŞİLDİ: Libya’da artık eskisi gibi iç savaşın tarafı gibi davranmaktan vazgeçildi. Muhtemelen yaz ortasına kadar da bu ülkede tek askerimiz kalmayacak.

MISIR İLE TEMAS KURULDU: Ortadoğu’da barışın olmazsa olmaz ülkesi Mısır’la sonunda görüşmelerin başlayacağı açıklandı. Bu ülkeyle Akdeniz’de bir ortaklık olabileceği de belirtildi.

AKDENİZ’DE GERİ ADIM ATILDI: Bir süre esip gürledikten sonra Biden’in gelişiyle birlikte Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerine son verildi. Araştırma gemileri geri çekilirken donanma da limanlarına geri döndü.

İSRAİL’E TATLI DİL: Her fırsatta savaş bile açılabilecek gibi davranılan İsrail’le artık tatlı dil gösteriliyor. Biden’in Ortadoğu’da İsrail’i asla gözden çıkarmayacağının anlaşılmasından sonra sarayın tavrı değişti ister istemez.

YUNANİSTAN’LA İYİ İLİŞKİLER: Sanki savaşacakmış gibi yaptıkları Yunanistan’ı “çok kararlıyız çünkü tamamen haklıyız” dedikleri konuları konuşmak için masaya davet ettiler.

HAKAN ATİLLA’NIN İSTİFASI: Halkbank davasının Amerika’da yargılanan ve mahkum edilen sanığı Hakan Atilla Türkiye’ye dönünce Borsa’nın başına getirilmişti. Amerika ile dalga geçer gibi yapılan bu iş dün Hakan Atilla’nın istifasıyla sona erdi. Verilen bütün bu tavizler belli ki Biden’in “bir telefon etmesini” sağlamak ve “muhtemel olumsuz girişimleri önlemek için” veriliyor.

ŞAM’A GİDEMEDİLER ANCAK SURİYE’Yİ TÜRKİYE’YE GETİRDİLER

Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcimiz Feridun Sinirlioğlu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Türkiye’nin 4 milyon içeride, 5 milyon sınırın ötesinde olmak üzere; 9 milyon Suriyeli sığınmacıya baktığını ifade etti. Şam’da Cuma namazı kılacağız diye yola çıktılar, Şam’a gidemediler ancak Suriye’yi Türkiye’ye getirdiler. İktidara söylüyorum.

Sizin öngörüsüz ve yanlış politikalarınız yüzünden, bu memleket neredeyse bir Yunanistan nüfusu kadar Suriyelinin yükünü taşıyor. Misafir olarak ülkemize aldığımız Suriyelilere vatandaşlık verildiğini de hep beraber gözlemliyoruz.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’da bunun işaretini vermişti. Cumhurbaşkanı, “Bilhassa ülkemizde eğitim görmüş, milletimizle ünsiyet geliştirmiş, Türkiye ile gönül bağı olan insanlara yönelik farklı adımlar atacağız. Değişen şartlara ve ülkemizin ihtiyaçlarına göre göç ve göçmenlerle ilgili politikalarımızı olumlu yönde yenilemeye devam edeceğiz.” Demişti.

2018 seçimlerine doğru 80 bin civarında Suriyeliye vatandaşlık verildiği belirtilmişti. İçişleri Bakanı Sayın Soylu da, Ağustos 2019’da, 92 bin 280 Suriyeliye vatandaşlık verildiğini söylemişti. Mülteciler.org/tr sitesindeki bilgilere göre Aralık 2019 sonu itibarıyla bu sayı 110 bine ulaştı.  2020 yılı ve bu yılın ilk 3 ayında kaç vatandaşlık daha verildiğini bilmiyoruz.

Dünyanın neresinde bir ülkenin, başka bir ülkenin vatandaşı olan 9 milyonluk bir nüfusa baktığı görülmüştür. Milletimiz, Ak Parti’nin yanlış politikalarının bedelini daha ne kadar ödeyecek? Milletin cüzdanı boş, mutfakta yangın büyük. Bu gerçeği görmemek demek bizatihi milletin kendisini görmemek demektir. Esnaf, çiftçi, işçi kan ağlıyor. Memlekette 10 milyon işsiz var.

Türk milletinin, 9 milyon Suriyeli nüfusa bakacak gücü ve takati yoktur. Ak Parti iktidarının, Türk vatandaşlarının vergilerini 9 Milyon Suriyelinin bakımına harcamasını kabul etmiyoruz.

Türk Milleti de bunu kabul etmiyor. Vatandaşı ucuz ekmek kuyruğunda olan, çöpten yemek toplamak zorunda kalan bir memleketin 9 milyonluk yabancı bir nüfusa bakması en hafif tabiriyle akıl tutulmasıdır.

Çin, Uygur Türkleri’ne ilişkin soykırım iddialarını yalanladı

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, düzenlediği basın toplantısında ülkesine Uygur Türkleriyle ilgili yöneltilen soykırım iddialarının ‘saçmalık’ ve ‘büyük bir yalan’ olduğunu söylemiş. Doğu Türkistan’da Çin zulmü, Çin’in siyasi tarihinin bir parçasıdır.  Çin böyle basit bir açıklamayla 70 yıllık baskı, zulüm ve asimilasyon politikasının üzerini örtemez ve örtemeyecek. Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri, 1949 Çin işgalinden bu yana planlı ve sistematik olarak Çin mezalimini yaşamaktadır.  İlk önce Uygur Türklerinin yaşadığı bölgeler de Doğu Türkistan’daki demografik yapıyı değiştirmek istediler. Bu yetmedi “Aile Planlaması” adı altında Uygur Türklerine nüfus kontrolü uyguladılar, Uygur Türkü kadınlar, zorla doğum kontrolü ve kısırlaştırmaya maruz bırakıldı. Ancak 2014 yılından bu yana Çin tarafından uygulanan mezalim artık bir göç ve asimilasyon politikasının ötesine geçmiştir. Birleşmiş Milletlere göre 1 ila 3 milyon arasında Uygur Türkü, Çin’in inşa ettiği esir kamplarında tutuluyor. Uygur Türklerinin esir kamplarında tutulması hukuki bir sürecin ya da bir yargılamanın neticesinde değildir, burada tek bir amaç vardır o da Uygur Türklerinin maddi ve kültürel varlığına son vermektir.

Doğu Türkistan bölgesinde yaşayan Uygur Türklerine karşı işkence, zulüm, zorla doğum kontrolü ve öldürme eylemlerinin uluslararası hukuktaki karşılığı; soykırımdır. Uygur Türkleri; Türk ve Müslüman olduğu için Nazi Esir Kamplarını aratmayan bu kamplarda işkence ve soykırıma maruz kalırken, tüm dünya ayağa kalkıyor ancak Ak Parti iktidarı susmaya devam ediyor.  Ak Parti iktidarına, bu mezalime karşı sessiz kalmalarının kendileri açısından asla unutulmayacak bir utanç vesikası olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz.

İYİ Parti grubu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop’a dilekçe vererek, Gazi meclisin bu mezalim ile ilgili bir irade beyanı ortaya koyması gerektiğini ifade ettik ve şunu söyledik; Doğu Türkistan’daki soydaş ve dindaşlarımızın yaşadıklarına karşı, dünya ülkelerinin devlet, hükümet ve parlamento seviyesinde resmî tepkileri art arda gelirken, isminin başında Türkiye olan Büyük Millet Meclisimizin sessiz kalması kabul edilemez. Bu hem milletimize hem tarihimize hem de Türk ve Müslüman Doğu Türkistan halkına karşı sorumluluğumuzdur. Bu çerçevede, İYİ Parti olarak Doğu Türkistan Bölgesi’nde yaşanan “MEZALİM (SOYKIRIM)” konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ortak bir karar alarak uluslararası topluma ilan edilmelidir.

Bu noktada İYİ Parti olarak bu çabalarımız devam edecektir. Beşeriyetin şerefli bir üyesi olan Türk Milleti, tarihten bugüne miras kalmış yüksek medeni vasfının gereği olarak; ne zalimin yanında olacaktır, ne de bu zulme sessiz kalacaktır. (HİBYA HABER AJANSI)

reklam